Hz. SALİH
(A.S)
“Andolsun ki,
Semûd kavmine: ‘Allah’a ibadet edin!’ (demesi için) kardeşleri Salih ‘i
(onlara Peygamber olarak) gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki zümre
oluverdiler.” (Nemi: 27/45)
Hz. Salih (a.s)’ın Soyu:
Hz. Salih (a.s)’m [1] soyu;
Salih b. Ubeyd b. Asif…..şeklinde olup Hz. Nûh (a.s)’m oğlu Şam’a dayanmaktadır.
Yüce Allah, Hz. Salih
(a.s)’ı, “Baide Arap” kabilelerinden birine Peygamber olarak
göndermiştir. O da, Semûd kabi-leşidir. Semûd kabilesi bu ismi, Hz. Nûh
(a.s)’in oğlu Şam’ın torunlarından olan Semûd b. Amir’e nispetle bu Adı
almıştır.
Hz. İsmail’den önceki
Araplara, “el-Arabu’1-Aribe” denilirdi. Bunlar pek çok kabileden
oluşuyorlardı. Bazıları şunlardır: Ad, Semûd, Cürhüm, Medyen, Kahtan…
v.b.”el-Arabu’I-Musta’rebe” ise, Hz. tsmâîl (a.s)’m neslinden gelen
Araplardrr…
Hz. İsmâîl (a.s),
fasih açık Arapça’yı konuşan ilk kişidir. Arapça konuşmayı, Mekke-i
Mükerreme’de annesi Hacer’in yanında konaklayan Cürhümlülerden öğrenmiştir.
İşte burada kastedilen
şey; Semûd kabilesinin, Hz. İsmâîl (a.s)’dan önce yaşamış olmasıdır. Çünkü
Semûdlular, “el-Arabu’l-Aribe” dendir.[2]
Semûd Kavminin Yurtları:
Semûd kavminin
yurtları, “Hicr” denilen yerdedir. İşte bundan dolayıdır ki, Yüce
Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de, onları, “Ashabu’1-Hicr” (Hicr Halkı) diye
adlandırmıştır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun ki,
‘Hicr halkı’ da (kendilerine gönderilen) peygamberleri yalanlamıştı. Biz,
Onlara mucizelerimizi vermiştik, fakat onlardan yüz çevirmişlerdi. [3]
Hicr; Hicaz ile Şam
arasında, karayoluyla yolcuların geçtiği ve bugün “Feccü’n-Nâga”
diye bilinen yerdir. Semûd kavminin şehirlerinin kalıntıları şimdi bile açıkça
görülmektedir. Bu yerler, Medain-i Salih (Salih peygamberin şehirleri) diye
adlandırılmaktadır.
Tarihçi Mes’udî derki:
“Semûd kavminin çürümüş kemikleri baki olup kalıntıları Şam’dan gelen yol
üzerinde açıkça görülmektedir. Hicr-i Semûd, Medyen ülkesinin güney doğusunda
yer almaktadır. Bu da, Akabe körfezine yakın mesafededir.[4]
Semûd Kabilesinin Soyu:
Tarihçiler, Semûd halkının soyu ve yaşadıkları zaman
hakkında görüş ayrılığına varmışlardır.
Bazı tarihçiler derki:
Semûd kavmi, Âd kavminden geriye kalanlardır”
Bazıları da derki:
Semûd halkı, Fırat nehrinin Batısından “Hicr”denüen bu yere göç etmiş
Amalika kavminden geriye kalanlardır.
Oryantalist bazı
tarihçilerin iddiasına göre ise; Semûd halkı, Filistin’e girmeyip
“Hicr” denilen bu bölgeye yerleşen Yahudilerden bir topluluktur…
Bu görüş, batıl bir görüştür. Çünkü Yahudi kelimesi, ancak Hz. Mûsâ (a.s)’m
İsrail oğullarıyla birlikte Mısır’dan çıkışından sonra ortaya çıkmıştır. Buna
göre Semûd halkı, nasıl Yahudi olur?!! En doğru görüş; Semûd halkının, Ad
kavminden geriye kalmış Araplar olduğudur. Yüce Allah’ın şu sözü de, bu görüşü
doğrulamaktadır:
“Düşünün kî,
(Allah,) ‘Ad (kavmin)den sonra (onların yurduna) sizi’ hükümdarlar kıldı. Ve
yeryüzüne sizi yerleştirdi: Yeryüzünün düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz,
dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın da,
yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın. [5]
İbn Kesîr (rh.a) konu
ile ilgili olarak şöyle der: “Bunlar, kendilerine ‘Semûd’ denen meşhur bir
kabileydi. Dedeleri, Semûd’un adını almışlardı. Semûd, Cedis’in kardeşidir. Bu
ikisi de, Asir b. İrem’in oğullandır. İrem ise, Hz. Nûh (a.s)’m oğlu Şam’ın
oğludur. Semûd kavmi, Arab-ı Aribe’dendir. Hicaz ile Tebük arasında Hicr denen
yerde yaşarlardı… Resulullah (s.a.v.) Tebük Gazvesine giderken, beraberindeki
Müslümanlarla Semûd kavminin yurdu Hicr’e uğramıştı. Semûd halkının (kalıntı
halinde) evlerinin bulunduğu ‘Hicr’ denilen yere sahabelerle birlikte
konakladı. Sahabeler, Semûd halkının su içtikleri kuyulardan su çekip
hamurlarını yoğurdu-lar ve (kazan kurup bu hamurları) pişirdiler. Resulullah
(s.a.v.), sahabenin yemek yapmak için kazanlar kurduklarını
haber alınca, onlara
kazanlarım dökmelerini ve yoğurmuş oldukları hamurlan develere yedirmelerini
emretti. Daha sonra Resulullah (s.a.v.), sahabeleri alıp Hz. Salih (a.s)’m
devesinin su içmiş olduğu kuyunun yanına götürdü. Buhârî ile Müslim’de geçtiği
üzere, Sahabelere: ‘Şu azaba uğramışların yurduna ancak ağlayarak girin.Eğer
ağlamayacaksanız, girmeyin. Yoksa onlara gelen musibet, size de gelir”
buyurdu.[6]
Semûd kavminin ne
zaman yaşadığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Semûd kavminin; A’râf: 7/74
ayeti kerimesinin de işaret ettiği üzere; Ad kavminden sonra ve ayrıca kesin
olarak milattan ve Hz. Mûsâ (a.s)’dan önce yaşadıklarında şüphe yoktur. Buna
delil, kavmini Allah’ın azabıyla korkutan Firavun ailesinden mümin kimsenin şu
sözüdür:
“İman etmiş olan
(adam): ‘Doğrusu ben, sizin için Nûh kavminin, Ad, Semûd ve onlardan sonra
gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayan toplulukların uğradıkları bir
günün benzerinden (gelmesinden) korkuyorum. Allah, kullarına bir zulüm
dileyecek değildir.[7]
Oryantalistlerin,
‘Semûd halkının, Yahudi olduğu’ iddiasını kabul etmeyenlerden birisi de, Üstad
Abdulvahhab en-Neccâr’dır. Bu konuda daha geniş bilgi için Abdullahvahhab
en-Neccâr’ın
“Kasasu’l-Enbiyâ” adlı kitabına başvurabilirsiniz [8]
Semûd Kavminin İbadeti:
Semûd kabilesi, mutlak
kudret sahibi Allah’ı inkar ederek putlara tapıyorlardı. Bunun üzerine Allah,
onlara, Peygamber olarak Salih (a.s)’i göndermişti. Hz. Salih (a.s), onlara; Allahı’m
kendilerine verdiği nimetleri hatırlatıyor, kurtuluş ile saadet yolunu
gösteriyor, takva olmalarım emrediyor ve putlara tapmayı yasaklıyordu,[9] Onlar
ise; sapıklıklarına devam ettiler ve putlara tapmaktan vazgeçmediler.
Semûd kavmi, büyük bir
bolluk ve nimet içindeydiler. Çünkü bol servetlere, parlak göz alıcı bahçelere
ve akarsulara sahiptiler. Yüce Allah, verdiği bu nimetleri onlara şöyle hatırlatmaktadır:
“Siz burada
bahçelerin, pınarların içinde, ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların
arasında güven içinde bırakılacak mısınız? Bir de, dağlardan neşe ve zevkle
evler yontuyorsunuz.[10]
Hz. Salih (a.s)’a,
Semûd kavminden az sayıda bir topluluk iman etti. Onların çoğu ise, Hz. Salih
(a.s)’ı yalanladılar, onun risaletini inkar ettiler ve azgınlıklarını büyük bir
şekilde sürdürdüler. Üstelik bir de, Hz. Salih (a.s)’dan, kendisinin doğruluğuna
tanıklık edecek bir mucize getirmesini istediler. O da, onlara “deve
mucizesini” getirdi. (Mucize olarak getirilen devede, Hz. Salih (a.s)’m
doğruluğunu gösteren bir çok büyük alametler vardı. Çünkü deve, sert bir
kayanın içinden çıkmıştı. Kayanın nasıl varıldığını ve içinden hamile bir
devenin çıktığını gözleriyle görmüşlerdi.[11]
Niçin Deve Bir Mucize Oldu ?:
Bu devede; Hz. Salih (a.s)’m
doğruluğuna ve Yüce Allah katından gelen açık bir mucize ile kesin bir
harikulade olduğunu gösteren bazı ilginç şeyler bulunmaktadır. Bunlardan bazıları
şunlardır:
1. Devenin
sert bir ka ya dan çıkmış olması… Böyle bir ka ya dan nasıl bir hayvan
çıkabilir?!!
2. Devenin, kabilenin tamamının içtiği suyu
içiyor olması… Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Su içme hakkı
(bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin.[12]
Bir devenin büyük bir
topluluğun içtiği suyu içmesi, garip bir durumdur.
3. Devenin, kabileye; içtiği su kadar süt
veriyor olması… İşte bu da, garip bir durumdur.
İmam Fahreddîn er-Râzî
(rh.a) derki: “Bil ki Kur’an, Deve olayında bir mucizenin olduğunu
göstermektedir. Fakat bunun, hangi bakımdan bir mucize olduğu, Kur’an’da
belirtilmemiştir. Ama bunun, hiç şüphesiz, bir yönden bir mucize olduğunu
anlıyoruz.[13] Çünkü Yüce Allah bu
konuda şöyle buyurmaktadır:
“İşte size bir
mucize olmak üzere Allah’ın şu dişi devesi! Onu (kendi haline)bırakın, Allah’ın
arzında otlasın. Ona bir kötülükle yaklaşmayın. Sonra sizi acıklı bir azab
yakalar. [14]
İşte bu mucize, Hz.
Salih (a.s)’ın doğruluğuna açık ve kesin bir delildir. Çünkü Salih peygamberin
kavmi bir gün eğer Salih Peygamber kayayı yararak ka ya dan bîr dişi deve çıkarırsa
kendisine tabi olacaklarına ve iman edeceklerine dair söz vermişlerdi.
İbn Kesîr bu konu ile
ilgili olarak şöyle der: ‘Tefsircileriıı anlattıklarına göre; Semûd kavmi, bir
gün toplantı yerlerinde bir araya gelmişlerdi. Hz Salih (as), yanlarına giderek
onları Allah’a kulluk etmeye davet etmiş, İlahi azabı onlara hatırlatmış,
sapıklıktan sakındırmış, öğüt vermiş ve batıla yaklaşmamalarını emretmişti.
Ama Onlar, Salih (as)’a:
– ‘Ey Salih! -Büyük bir kayayı göstererek- şu
karşıdaki ka ya dan şu ve şu niteliklere sahip boylu postlu, hamile bir deve
çıkarırsan belki sana inanırız. İman ederiz’ şeklinde bir şart koşmuşlardı. Hz.
Salih (a.s), onlara:
– ‘Bu isteğinizi tam olarak yerine getirirsem,
benim getirmiş olduğum dine iman eder ve size tebliğ ettiğim ilahi mesajı
doğrular mısınız.?’ dedi. Onlarda:
– ‘Evet’ dediler. Bunun üzerine Hz. Salih (a.s)
bu hususta onlardan söz ve teminat aldı. Sonra namazgahına gidip onur ve
üstünlük sahibi Allah’ın huzurunda namaz kılıp dua etti. Kavminin bu isteğinin
gerçekleştirilmesini Rabbinden istedi. Allah’ta, orada bulunan kayaya;
yarılarak istenilen nitelikteki büyük cüsseli hamile bir deveyi çıkarmasını
emretti. Kaya da, bu ilahi emri hemen yerine getirdi. Devenin ortaya çıktığını
müşahede ettiklerinde, bunun; büyük bir iş, dehşetli bir olay, Hz.
Sâlih(a.s)’ın doğruluğunu ortaya koyan kesin bir delil, a-çık bir kanıt ve göz
alıcı bir kudret olduğunu gördüler. Bu olay üzerine bazıları iman etti. Çoğu
ise küfür ve inatlarına devam ettiler. Yüce Allah onlar hakkında, “Semûd
kavmine, açık bir delil olmak üzere bir dişi deve vermiştik. (Fakat onlar, bu
deveyi boğazladılar) bu yüzden zalim oldular. ‘(Isrâ: 17/59) [15]
Semûd Kavminin Helak Edilişi:
Hz Salih (as),
kavminin, deveye dokunmamaları hususunda uyarmış ve eğer deveyi öldürmeye
kastederlerse kendilerine
Allah’ın azabının
geleceğinden de sakmdırmıştı.Yüce Allah bu hususu şöyle anlatmaktadır:
‘Deveye bir kötülükle
ilişmeyin yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir.[16]
Bütün bunlara rağmen
nasihat kabul etmeyen öğüt dinlemeyen, isyan ile taşkınlığın gözlerini kör
ettiği, Allah’ın davetini kabul etmekten kaçıp kulaklarını sağır kıldığı
zorbalar, deveyi öldürmekten başka bir şey düşünmüyorlar ve çabucak onu
boğazlamak istiyorlardı. Yüce Allah bu hususu Kur’ân-i Kerîmde şöyle
anlatmaktadır.
“Derken o dişi
deveyi, ayaklarını keserek Öldürdüler ve Rab’lerinin emrinden dışarı çıktılar
da:’Ey Salih! Eğer sen gerçekten Peygamberlerden isen, bize, tehdit ettiğin
azabı getir. ‘Dediler.Bunun üzerine onları o, (şiddetli) sarsıntı yakaladı da
yurtlarından diz üstü çökerek donakaldılar. [17]
Yüce Allah, onların bu
kıssasını, bize, Şems Sûresinde şöyle anlatmaktadır:
Semûd kavmi, azgınlığı
yüzünden Allah’ın peygamberi (Salih’i) yalanladılar. Çünkü onların en azgını,
deveyi kesmek için ayaklandı. Allah’ın peygamberi (Salih) ise, onlara: ‘Allah
‘in (size gönderdiği) deveye ve suyuna bakın’ dedi. Derhal onu yalanladılar ve
deveyi kestiler. Bunun üzerine Rableri, (işlemiş oldukları bu) günah sebebiyle
(içinde yaşadıkları) o beldeyi, başlarına geçirdi ve her tarafım dümdüz etti. [18]
Deveyi yakalayıp
kesenlerin ilki, lanetli ve hain Kudâr b. Sâlif olup bu kişi, deveyi
ayaklarından kesti. Bunun üzerine deve, yere yığıldı. Diğerleri kılıçlarıyla
hemen koşup deveyi param parça ettiler. Yüce Allah’ın da bildirdiği üzere,
bunlar, 9 kişi idiler:
“O şehirde dokuz
kişi vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar ve iyilik tarafına hiç
yanaşmıyorlardı.[19]
Bu kişiler, deveyi
öldürdükten sonra; Hz. Salih (a.s)’ın, onları özellikle de Allah’ın azabından
sakındırması ve deveyi kesmelerinden üç gün sonra bu azabı beklemelerini
söylemesi üzerine Hz. Salih (a.s)’ı da öldürmeye karar verdiler. Yüce Allah’ın
şu sözü bu hususu açıkça göstermektedir:
“(Fakat Semûd
halkından bir topluluk), o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Salih,
(onlara): ‘Yurdunuzda üç gün daha yaşayın (sonra helak olacaksınız). O söz,
yalanlanamayan bir tehdit idi. [20]
İşte Allah, Hz. Salih
(a.s)’ı öldürmeyi düşünen grubun ü-zerine, gökten taşlar yağdırmak suretiyle
kavimlerinden önce onları helak ve yok etti.
İbn Kesir (rh.a) bu
konu ile ilgili olarak şöyle der: “Hz. Salih (a.s)’ın mühlet tanıdığı üç
günlük müddetin birinci günü, Semûd halkının yüzleri sapsarı oldu. İkinci günü
ise, kıpkırmızı oldu. Üçüncü günü ise, yüzleri simsiyah oldu. Çünkü Hz. Salih
(a.s), onlara, ilahi azabın geleceğini bildirmişti. Hz. Salih (a.s)’m mühlet
tanıdığı üç gün sona erip dördüncü günün sabahında, güneşin doğmasıyla
birlikte üstlerindeki gökten (çığlık şeklinde) şiddetli bir gök gürültüsü ve
atlarından ise sarsıntı ve zelzele geldi. Ruhları dışa taştı. Canlan çıktı.
Sarsıntılar ve gök gürlemeleri durdu. Sesler kesildi. (Onlara gelmesi bildirilen)
hakikat yerini buldu. Yurtlarında cansız ve hareketsiz cesetler olarak diz
üstü çökük vaziyette kalakaldılar.[21]
Yüce Allah bu gerçeği
şöyle haber vermektedir:
“Bunun üzerine
Rableri, (deveyi kesmek sureliyle işlemiş olukları) günahları sebebiyle o
beldeyi başlarına geçirdi ve -her tarafını dümdüz etti. Allah bu şekilde azab
etmenin sonucundan korkmaz.[22]
Semûd halkı çeşitli
şekillerde azaba uğradılar:
1. Onları yok eden, yıldırım (es-Sâikatu).
2. Onları yakalayan, gök gürültüsü (çığlık =
es-Sayhatu).
3. Üzerinde
gezdikleri yerin sarsılmasıyla oluşan, zelzele = sarsıntı (er- Recfetu).
Onlar, sabahın erken
vakitlerinde helak olmuşlardı. Kur’ân-ı Kerim, bu azab şekillerinin hepsini, şu
şekilde haber vermektedir:
Birincisi:
Yüce Allah bu azab şekli ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
“Semûd kavmine
gelince, onlara doğru yolu gösterdik. Ama onlar, körlüğü, doğru yola tercih
ettiler. Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın
‘yıldırımı ‘ (es-Sâikatu) onları çarptı. [23]
İkincisi:
Yine Yüce Allah bu azab şekli ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
“Biz, Semûd
kavminin üzerine; korkunç ‘bir gök gürültüsü’ (es-Sayhatu) gönderdik. Hemen
hayvan ağılına konan kuru ot gibi oldular.[24]
Üçüncüsü:
Yüce Allah bu azab şekli hakkında ise şöyle buyurmaktadır:
“Derken o dişi
deveyi ayağını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da:
‘Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerden isen, bize, tehdit ettiğin azabı
getir’
dediler. Bunun
üzerine onları, o
(şiddetli) ‘sarsıntı’ (er-Recfetu) yakaladı da yurtlarında diz üstü
dona kaldılar, [25]
Hz. Salih (a.s) ile
onunla birlikte iman edenler, işledikleri iğrenç kötülüklerden dolayı
kendilerine verilen üç günlük mühletin dolmasından sonra kavimlerini kuşatan
azabtan kurtuldular. Yüce Allah, bu konuyu ise şöyle haber vermektedir:
“Salih de o zaman
onlardan yüz çevirdi ve: ‘Ey kavmim! Andolsun ki, ben, size, Rabbanin
elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Fakat siz, bu öğütleri
sevmiyorsunuz’ dedi.[26]
Âlûsfnin kaydettiğine
göre; Hz. Salih (a.s) ile birlikte azabtan kurtulan müminlerin sayısı, 120 kişi
idi. Helak olanlar ise çok sayıda olup (yaklaşık) 5.000 ev halkıdır.[27]
En meşhur olan görüşe
göre; Hz. Salih (a.s), kavminin helak edilmesinden sonra Filistin
topraklarındaki Remle civarlarına gelip ölünceye kadar orada yaşamıştır.[28]
[1] Hz. Salih (a.s)’m İsmi, Kur’ân-ı Kerîrn’in 9 yerinde
geçmektedir, İsminin g sureler şunlardır: A’râf: 7/73, 75, 77; Hûd: 11/61, 62,
66, 89; Şuarâ: 26/142; Nemi: 27/45 (c)
[2] Ibn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/120 (ç)
Muhammed Ali Sâbûnî,
Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 546-547.
[3] Hicr: 15/80-81
[4] Mesüdî, Murûcu’z-Zeheb, 1/200 <ç)
Muhammed Ali Sâbûnî,
Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 547.
[5] Arâf:7/74
[6] Buharı, Salat 53,
Enbiyâ 17. Tefsirii Sure-i Hicr
2; Müslim, Zühd 38, 39;Müsned: 2/9, 58
[7] Gâfır (Mü’min): 40/30-31
[8] Neccar
Kasasu’l-Enbiyâ, s. 59
Muhammed Ali Sâbûnî,
Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 547-549.
[9] B.k.z: A’Tâf: 7/73-74; HM: 11/61; Şııarâ: 26/152 (ç)
[10] A’râf:7/74
[11] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
Yayınları: 549-550.
[12] Şuarâ: 26/155
[13] Fahreddîn er-Râzî, Tefsîri Kebîr, 10/487 Ank.
[14] A’râf:7/73
[15] İbn Kesîr; El-Bidâye ve;n-Nihâye, 1/134
Muhammed Ali Sâbûnî,
Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 550-552.
[16] Şuarâ: 26/126 (Benzeri ayetler için b.k.z: A’râf:
7/73; Hûd: 11/64) (ç)
[17] A’raf: 7/77-78
[18] Şems: 91/11-15
[19] Neml: 27/48
[20] Hûd.:11/65
[21] İbn Kesir, El-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/136
[22] Şems: 91/14-15
[23] Fussilet: 41/17 !46
[24] Kamer: 54/31
[25] A’râf: 7/77-78
[26] A’râf: 7/79
[27] Alüsi
Ruhu’l-Meani, 8/167-168
[28] îbn Kesîr, El-Bidâye veNihâye, 1/135
Muhammed Ali Sâbûnî,
Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 552-556.